Ana içeriğe atla

Buralar hep değerliydi!



Kentlerde ve ülkelerde değişimin en büyük göstergelerinden birinin meydanların değişimini olduğunu neredeyse artık herkes biliyor ve dolayısıyla buna tanıklık eder durumda.  (Kentsel dönüşümle ilk müdahale edilen bölgeleri hatırlayabilirsiniz İstanbulda.) Bu duruma örnek olarak Kadıköy meydanından bahsedecek değilim. Bahsettiğim yer Taksim meydanı. Hatta Taksim meydanı ve çevresini sınır olarak aldığını söyleyebilirim. 2011'den bu yana süren Suriye savaşı, 2013 Gezi eylemleri aslında son 10 senedir Taksim meydanının kaderini belirlemiş durumda görünüyor.
 Askeriyenin kalkıp bir tanka ceza verebileceğini biliyoruz (Yılmaz Güney Tankı). Ama Hükümetin en sembolik meydanlarından birine ceza verebileceğini tahmin eder miydiniz?
                                                                                                                                            

                                                                                                                 

  Elbette  tahmin edilebilecek birsey değil bu, insan bunu ancak tanıklık ettikçe kavrayabiliyor. Akm'nin yıkım fotoğrafları duygusal bir çöküşün yansıması gibi her yerde gezindi durdu, bazı sanatçılar da bu değişimi peşinen izlediler.





Bu değişimler Taksim’in vitrinini değiştirdiği gibi içeriğini de değiştirdi. Peki ne oldu? 3-4 sene içinde insanların (öğrencilerin, sanatçıların, modacıların, fotoğrafçıların, sivil inisiyatiflerin, aktivistlerin vs.) Taksim’i terk ettiğini ve artık Kadıköy'e geçtiğini gördük. Şuanda tabi Kadıköy'ün bu kalabalığın içinde boğulduğunu da görebiliyoruz.
Kadıköy’ün kalabalıklaşmasındaki tek etkenin Beyoğlu’ndan göçen kitle olmadığını belirtmekte fayda var. https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/03/19/kadikoye-gelmeyin/
Taksim eski güzelliğini kaybetti, artık orada ne var?
“Herkes tek tabanca.”
“Her koyun kendi bacağından asılır.”
“Kendi düşen ağlamaz.”
“Sanat zaten sanatçı içindi.”
“Sermaye buralara girmedi olan sanatçıya oldu.”

Suriyeli işgali yaşandı gibi söylemlerle buraları terk edip giden sanatçılar, Yeldeğirmeni mahallesinde de dayanışamadılar.  Hepimiz açız ve yalnızız diye söylenirken ‘sanat-sermaye’ terkettiğimiz bir yerlerde cirit atıyor.

Arter'in Dolapdere’ye taşındığını duymayanınız yoktur sanırım. Dolapdere artık eskisi gibi değil. Zamanında Beyoğlu’ndaki değişim sebebiyle Kadıköy'e kaçan bir sürü sanat atölyesinin yerini artık yeni ve zengin galerilerin alacağını öngörmemek aptallık olur. Dolapdere artık Beral Madra'nın Küratörlüğündeki bir sergiye  ev sahipliği yapacak bir yer. Evliyalıgil Dolapdere hemen Arter'in karşısında yeni açılmış bir galeri.



Bu durum aslında çok basit bir yöntemle de görülebilir. Google'a güncel sergiler diye yazıp, sergilerin nerelerde açıldığını görebilirsiniz. Onlarca sanatçının Kadıköy'de yaşamasına rağmen sergilerin Taksimde açılıyor olmasının sebebi nedir sizce? Bu durumun son beş yıldır değişmeyen bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Duruma sadece sanat-sermaye ilişkisi açısından bakarsak kolaya kaçmış oluruz diye düşünüyor nedenlerini bütünlüklü olarak tartışmak gerek diye ekliyorum. Dayanışma kültürünü benimseyememiş, bu durumun zorunluluğunun farkına varamamış, işgal evlerinde açılan bir sergiye bile gitmemiş (en fazla 30 kişi gelmişti benim gittiğim sergiye), karşı komşusuna bile selam vermekten aciz bir sanatçı topluluğu (Kadıköy'de) kazık yemiştir. Şimdi yine sermayenin peşinden koşarak Dolapdereye yerleşecek olan onlarca sanatçı olacaktır. Eğer tek başına, sadece kendi alanını kurtarmayı düşünerek hareket edecek (Yeldeğirmenindeki gibi) olursanız yine kazık yemekten başka bir seçenek kalmayacaktır. Tam tersine nasıl bir hareket bizi bir arada tutabilir? Kendi galerimiz olabilir mi, Kendi sanat tarihimizi nasıl yazarız, gibi onlarca soru sormak öncelikli bir başlangıç olabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TURUNCU-YEŞİL

“Korunma” için uyguladığımız yöntemler zaman içinde değişip,çeşitlenip kendi koruma çemberlerimize “tecrit”e dönüşebilir. Bu “tecrit çemberleri” korunma güdüsüyle içine hapsolduğumuz  mekandaki dışarıya açılan pencerelerin (gözlerin) önünü kapatabilir. Şeffaftırlar ve her bir tecrit çemberi dünyayı algılayışımızı farklılaştırır. Orçun BESLEN (Perde üzerine karışık teknik) Güvendiğimiz ne varsa onları cam parçalara dönüştürüp bu parçalardan oluşturduğumuz bir fanusun içine kendimizi hapsederiz. Görebiliriz fakat yalnızca gözlerimizle, duyabiliriz fakat yalnızca kulaklarımızla. Öncelikli, bedenimizi korumak için oluşturduğumuz bu yapının içinde zihnimizin asıl ben’i içinde tuttuğu bir çember daha vardır. Kuruntular, güvenle oluşan parçala rın üzerine düşen ışıkların, kendine çarpması ve geri dönüp tekrar kırılmasıyla her seferinde dönüşür ve en içteki çembere rüyaları düşürür. Fakat ne dış kabuk cam fanus, ne içteki çember cam kabuk, içindeki ben’i görebilmemiz için bir perde ...

Ben Ne Zaman Dekoratif Oldum?

Dekoratifin karşılığında söyleyeceğim şey nedir? Dekoratif olmayan mıdır? Dekoratif nedir? Girişimlerin hepsinin anlamını daha ilk fikir ortaya atıldığı anda yitip gitmesi bizi bir kuyunun içine atıyor. Her seferinde tekrar tırman. Düşün, oku, sabret. Ama asla cesaretle değil. Tersine korkak bir kararlılıkla hareket et. Çık kuyudan şimdi, tekrar tırman. Ama tırmanırken artık kuyuya düşerken tutunacak yer ara kendine, her zaman dibe batmanı engelleyecek bir şeyleri bul. Esasen kurgulanabilir, yönetilebilir ki herkes birilerini yönetir. En kötüsü bir kediyi kıstırır sözünü geçirmek için. Bir balta sonra! Önce kendimizi kesmemiz gerektiği üzere. Çiçekler sarı kahverengi papatyalar, yağlıboya gibi aslında ama sanki paint de yapılmış gibiler. Ve sarı siyah kırmızı çizgiler, derin maviler üzerinde canlı, capcanlılar! Daha da yaşamak için sürekli bir hareket, yabancı insanlar, bazıları da kovboy şapkalı ve güneş! Kırmızı bedenler. Bedenleri pasifleşirdiler önce, ama sonra hareket...