Ana içeriğe atla

Kent Meseleleri/ Sanatçılar/ Sanatçı Kolektifleri




Ülkemizde Kentsel Dönüşüm meselelerinde yaşanan sanat hareketleri, nasıl yaklaşıldığı, neler yapıldığı üzerine konuştuğumuz Gülsuyu-Gülensu kent dayanışmasından Erdoğan Yıldız, Kentsel dönüşüme direnen ve farklı alternatiflerle kendini kabul ettirebilen bir mahallenin sanat aktivistleri ve sanatçılarla olan deneyimlerini anlattı.

Sanat ve sanatçıların içinde olduğu bir mahalle örgütlenmesini mümkün kılan şey nedir?
Erdoğan Yıldız : Sanat ve sanatçının da içinde olduğu bir mahalle örgütlenmesinin temel duruşu, mahalle kendi içindeki o dinamik şeyleri bir araya getiremiyorsa istediği kadar sanat ve sanatçı perspektifi olsun orada bir yerden sonra tıkanıp kalıyor. ‘’onun’’ adına değil yani, mahalleliyle birlikte olabilecek. Belki de Tarlabaşı mücadele sürecinde olumsuz bir noktaya gelmesinin temel nedeni buydu, yani Tarlabaşı sakinleri kendi mücadelelerine sahip çıkmadılar, kendi içlerinde örgütlenme yapmadılar, onun yerine tarlabaşını sahiplenmeye çalışan dışarıdan aktivistler ve dışarıdan mücadele yürütmeye çalışanlar oldu. 
 Tarlabaşı üzerinden çeşitli örnekler var tabi, mesela bir keresinde Galatada bankalar caddesinin üst sokaklarından birinde zaten tadilata girecek bir binada izinli bir şekilde graffiti etkinliğine denk gelmiştim. Bu da dışarıdan bir etkiydi tabi ve mahalleyle pek bir ilgisi yoktu, aynı örnek gibi Tarlabaşında da böyle bir etkinliğe şahit oldum ve sanki parti yapma yeri bulamayan gençlerin zaten yıkılacak olan bir yerde eğlenmesi gibiydi
Erdoğan Yıldız: Dayanışma mutfağı da açıldı, çok güzel etkinlikler yapıldı, mücadeleler verildi.
bombalara karşı sofralar da orada yer edindi kendine
Erdoğan Yıldız: Tarlabaşı çok heterojen bir bölge, Afrikalı göçmenlerden, eşcinsellere kadar çok farklı insanların bir araya geldiği bir mahalle.
 Tabi mesela Pazar pazarı olur Tarlabaşında, zenciler orada, hippiler orada, eşcinseller orada, ben oradayım, annem babam orada, gerçekten çeşitli bir yer, tabi burasının farkı (Gülsuyu-Gülensu) bir son durak gibi, bir geçiş yeri değil
Erdoğan Yıldız: Tabi Gülsüyü-Gülensu mahallesi sınırları belli olan, içinden geçilen değil, içine girilip içinden çıkılan bir yer. Örneğin bostancıya gitmek için her taraftan girebiliyorsun ve her taraftan bostancıdan çıkabilirsin. Ama Gülsuyu-Gülensu E5 üstünde olmasından dolayı giriş yaptığında artık oraya varmış olursun, başka bir yere geçemiyorsun, arka taraf orman, diğer tarafı askeri bölge, diğer tarafı da Başıbüyük tarafı. Burasının kendisi kocaman bir eve benziyor aslında, Gülsuyu-Gülensu mahallesinin kendisi kocaman bir ev gibi böyle sınırları belli olan, içine girdiğinde kendisini hissettiği, dışarıya çıktığında da dışarı çıktığını hissettiği bir bölge. Bir taraftan avantaj, bir taraftan da dezavantaj. Ama en başta söylediğim gibi, Tarlabaşıyla, Başıbüyükle, Sulukuleyle kıyaslandığında hep onların adına mücadele eden birileri vardı, burada mücadelenin temel özelliği bizzat kendi içinden dinamiklerle sürdürülmesi. Belki de sanatçı kolektiflerinin de en çok tercih ettiği yerlerden biridir. 
 Mahalle bir geçiş yeri olmadığı için direkt buradasın yani, sanatçılar için de bu geçerli, Tarlabaşında bir atölye açmak gibi değil burada bir yer edinmek. Mahalleliyle direkt temas hali açısından da önemli bir yer. Çekindikleri bir şeyler oldu mu peki sanatçıların Gülsuyuna gelmesinde?
Erdoğan Yıldız: Bir öncesi Tophanedeki galerilerin basılması, galerilere olan taşlama oradan patlamıştı iş. Gülsuyunda böyle bir saldırı olur mu olmaz mı? mahallelinin sanatçıya karşı tutumu, tepkisi nasıl olur diye sorular tabi soruldu. Sonuçta mahallelinin o bir arada olma hali, dayanışma ilişkileri, her daim canlı tutma hali ister istemez dışarıdan gelen insanlara karşı olumlu anlamda bir reflekse dönüşüyor. Mahalleli dışarıdan olumlu bir şey gördüğünde kabul edebiliyor. Elbette bir sürü nedeni var, Alevi nüfus, 70’lerden bu yana sol sosyalist kesimlerin burada ağırlıklı mücadele etmeleri, bütün bunların hepsi mahalleyi ayrıcalıklı kılıyor diğer mahallelere oranla, dolayısıyla sanat ve sanatçının burada daha rahat hareket etmesinin temel parametresi bu.
 Tabi bu tophane örneğinde ilk saldırı olduğunda ben Tophane’de saldırı yapılan galerinin bir üst sokağında oturuyordum. Bir haberdim saldırıdan ama şöyle bir şey de vardı. Sanatla ilgilenen birisi olarak da Tophanedeki galerilere karşı hislerim nötrdü yani, hatta olumsuzlayan tarafları bile olmuştur. Sergi açılışlarının içeride sıkış sıkış yapıldığını sokaktan geçen biri olarak görebiliyordunuz. Sanki  mahalleli ile araya bir duvar örülmek isteniyormuş gibi, öyle içeriye saklanılsa saldırı olmayacakmış gibi garip bir durum. Tabi Tophanedeki vitrin, mağaza açmak gibi, alışveriş yaparsan ordasın yoksa yoksun, bu durumda mahalleli orada değildi ( Oradaki sanatla bir alışverişi yoktu). Ben bile gittiğimde daha mahalleli görünüyordum. Burada öyle değil tabi, öyle gerçekleşmemiş. Mimari yönü ağır basan bir iletişim de var.
Erdoğan Yıldız: Mimari tasarımlar-özgürlükçülük, mimari tasarım mahalleli tarafından nasıl kurulur? Sanatın işleviyle mahallenin rolü masaya yatırıldı, açıkçası bende bu kadar ilgili değildim. Düşünsene mahalleli olarak ilk defa bienale gittik. Kimsenin ilgisini çekmeyen bir olaydı bienal ve periferide yaşamanın, merkez dışında yaşamanın olduğu gibi bütün ağrılığı mahallenin üzerinde olduğunu o zaman hissettik, yani İstanbul’da bienal yapılıyor bizim bienalden haberimiz yok. Bir çok yerde, kentin merkezinde birçok sanat aktivitesi var, bir çok iş var, bizim sanattan anladığımız sinemaya gitmek, çok nadir tiyatroya gitmek, operaya hiç gitmemek, sanatla ilişkimiz bu boyuttaydı. Sanatçı topluluklarının mahalleye gelmesi, mahallelinin çıtasını da yükseltti.
Peki mesela bunların üzerinden devam eden bir şeyler oldu mu? O dönem de bienale gidildi ve daha sonra da gidildi mi? Etkileşim devam etti mi?
Erdoğan Yıldız: Olmadı, bu da işin üzücü tarafı, yani o sanatçılar ve toplulukları buraya geldiğinde devam ediyor farkındalık ve hareket, ama onlar gittikten sonra mahalleli yine kendi yaşamına devam ediyor. Bu bence genel bir sıkıntı, sadece burasıyla alakalı değil.

 Tabi ki değil ama sanki biraz ulaşılabilirlikle de alakalı, periferi de olmanın dezavantajı, burada ev tutulmuş 1 sene kadar kalınmış
Erdoğan Yıldız: Dükkan tutuldu 1 seneyi de geçti, kültürel aracılar çalışması nedeniyle yapıldı. 2 Alman mimarin çalışmasıydı. Ece bu işin koordinatörlüğünü yaptı sonra oda projesi eklendi. İlk defa bence de en önemlisi oydu, mahalleliyle beraber hareket etmek. Mahallede kültür üretimi nasıl oluyor? Mahalle kendi kültürünü nasıl ortaya çıkartıyor? Sonuçta her yaşam alanı bir kültürü içinde barındırıyor. Biz farkında olmadan bu kültürü üretiyoruz, sürekli üretiyoruz. Dönem dönem kendi karakteristiğini ortaya koyuyor. Sonra bir baktık ki mahallede ne güzel şeyler varmış. Bir müze oluşturacak bir sürü şey, eskiden kalma döküman yada mahalleye ilişkin mimari ufkumuz o kadar açık ki  teleferikten tut farklı farklı ulaşım kanalları bulmak üzerine ya da mobese kameralarından  rahatsız oluyorsak onu nasıl etkisiz hale getirebiliriz. O kadar farklı şeyler ortaya çıkıyor ki mahalle yani. Tabi dönüşüm süreciyle mahallenin planlama süreciyle sanat ve sanatçı ilişkisi daha çok kentsel dönüşümden çıktı. Bu sürecin motorunu kentsel dönüşüm ve planlama süreci oluşturdu. 2004te başladı bu süreç. Ciddi bir mücadele sergilendi, diğer mahallelerle ilişkiler farklı bir mahalle örgütlenmesi, tabi bu durum sanatçı topluluklarının da dikkatini çekti. Bugün geldiğimiz noktada gördüğümüz şu ki kültür ve sanat mahallenin kendi dinamikleriyle devam ederse ediyor. Etmezse dışarıdan kültür sanat ihtiyacını gidermek gibi bir irade yok.

Mesela toplanır gideriz bir yerde ‘’kapı’’ açarız. Bana bu kapı açmak gibi geliyor. Ve mesela bunun da devamının gelmesinin önemiyle alakalı aslında söyleyecek olduğum şey, o da şu; şimdi tamam mahalleli bienale gitti daha sonra gitmedi, ulaşılabilirlikle alakalı tamam. Ama o zaman sanatçılar buraya geldi, daha sonra neden gelmediler? Neden kimsenin haberi olmadı? Neden tekrar devam edemedi, yani aynı sanatçıların gelmesi değil ama başka sanatçılar da gelebilirdi. Kapı açmaktan kastım buydu. Maddiyatla  ya da neyle ilgisi var?
Erdoğan Yıldız: Zor bir soru bu, şöyle cevap verilir mi bilmiyorum ama ,ihtiyaçla ilgili bir şey, bir şeye ihtiyacın varsa o ihtiyaç giderilir. Ama o ihtiyaç değilse onu zorla ihtiyaç haline getirmekle ilgili olabilir. Yani ne denilebilir ki buna.
 Tamam Yeldeğirmeni meselesi üzerinden, eğer merkezde olmasaydı burada olsaydı mesela, bu kadar çok atölyenin açılabileceğini düşünemezdik mesela, orası kalabalık bir yer. Sürdürülebilir olsa yine Yeldeğirmeni gibi olmazdı
Erdoğan Yıldız: Burası kentsoylu bir mahalle değil. Mahallenin yapısıyla ilgili bir şey. Kadıköy de ne yaparsanız yapın onun muhatabını buluyorsunuz. Kalabalık bir yer, heterojen bir kitle.
 İnternet açıp yazdığımda gülsuyu-gülensu şu anda işte imar barışı çıkıyor. Daha sonra da Maltepe Belediyesinin yatay mimari düşüncesi ortaya çıkıyor. Bu yatay mimari fikri ilk kimden çıktı?
Erdoğan Yıldız: Şöyle, bizim temel çıkış noktamız şuydu, mahalleli dönüşümden sonra da bu ekonomik yapısıyla mahallede kalabilir mi? Örneğin diyelim ki bin lira bir emekli maaşıyla geçinen insan, dönüşümden sonra da mahallede kalabilir mi? Kalmasının koşulları neler? Buradan çıktığınızda aslında birçok akademik mimarlık fakültesi planlama bölümü öğretim üyeleri ve öğrencileri ile ilişkilerimizde bu ortaya çıktı. Yani oradaki hocalar şunu söylediler. Bir binlik plan ne kadar iyi olursa olsun oradan bir cehennem de yaratılabilir. Bir binlik plan ne kadar kötü olursa olsun oradan bir cennet de yaratılabilir. Yani mimarlık ve planlamanın ufku çok geniş. Sizin neye göre burada kalma isteğiniz varsa ona göre planlama süreci devam eder diye konuşuldu. Bizdeki kalma koşulları, bir kere site tarzı olmayacak, dikey olmayacak, insanların mahalleli ilişkileri kültürel ilişkileri devam edecek, dayanışma ilişkileri devam edecek, mahallenin birbiriyle olan o akışkanlığı, politik yapısı devam edecek, böyle bir dönüşüm de nasıl mümkün olur dediğimizde açıkçası elimizdeki bütün araçları ; gerek belediye gerek üniversite olsun bütün bu çevreleri bir araya geldiğinde bunun pekala mümkün olabileceğinin noktalarını gördük ve bunun üzerine yoğunlaştık. Maltepe belediyesi yasalar ve imkanlarla yaklaşıyor ve bu süreci sınırlıyor. Üniversiteler çok ucu açık, her şey yapılabilir, her şeyin mümkün olabileceği bir görüş var. Mahallelinin de açıkçası bunu söylemek de ben bir beis görmüyorum. Çok farklı katmanlar var, örneğin bana dört beş daire versinler ben iki tanesini satayım buradan gidiyim ya da 3 tanesini satayım köşeyi döneyim gibi çok anlaşılabilir bir durum var. Bir taraftan da biz mahalleliyi burada yaşayabileceği, eski ilişkilerini de devam ettirebileceği bir dönüşümü devam ettirirken, amacı çok farklı olan insanlar var. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde pekala yatay mimarinin olduğu ama aynı zamanda bu mahalleli ilişkilerinin de devam ettirebileceği bir dönüşümün olma potansiyelinin bugün mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu mümkünlük üzerinden farklı bir örgütlenmeye doğru zaten evrildik. Yani şu anda mahalle meclisi mahalle heyeti, teknik heyet, yani kendi iç dinamiklerinin bir araya geldiği topluluklar çalışmaya devam ediyor. Bu arada Üniversitelerle ve Maltepe belediyesi ile ilişkilerimiz gayet muhataplık düzeyi üzerinden iyi gidiyor. Belki de şunu söyleyebiliriz yani bugün sadece İstanbul’da değil Türkiye’nin her tarafında ilk defa  bütün tarafların memnun şekilde ya da bütün istediklerini aldığı bir şekilde dönüşümün olabileceği tek model Gülsuyu-Gülensu gibi görünüyor.Tabi bu da bizim buradaki örgütlenme kabiliyetimize bağlı.
Medya  üzerinden bakıldığında tabi bu üstün koru bir bakış, her şeyi Maltepe Belediyesi yapmış gibi görünüyor
Erdoğan Yıldız: Sıkıntı yok onlar yapsın. Tabi reklamla ilişkileri daha iyi basınla daha yüksek ilişkileri var bir de onlar her gelişme olduğunda 40 yıllık sorunu çözdük bu işi biz yapıyoruz diyorlar ama oysa daha henüz çözülen bir şeyin olmadığını düşünüyoruz. O yüzden bunu medyadan ulaştırmak, buradan bir propaganda yapmayı hiç düşünmedik çünkü hiçbir şey çözülmedi. Tabi 10 yıldır yapılıyor bu. Biz de uyardık onları böyle söylemeyin insanlar da beklenti oluşuyor diye. Mahalleli de zannediyor ki tamam! Tapularımızı alacağız ve dönüşüm süreci başlayacak, mutlu olacağız gibi bir beklenti içine giriyor oysa öyle bir şey yok. Daha henüz binlik planlar askıya çıkmadı, bu planlar bir çıksın.
Binlik plan nedir?
Erdoğan Yıldız: Uygulama imar planı, 1/1000 ölçekli yani şöyle 100.000 ölçekli master planlar var. İşte diyelim ki havaalanı gibi büyük köprüler gibi yatırımların yer aldığı planlar. 5000 ölçekli imar planları ilçe bazında yapılan Kadıköy, Kartal, Maltepe, Sarıyer, Beşiktaş gibi ilçeleri kapsıyor. 1/1000’lik imar planları da mahalleleri kapsıyor. 
Yatay mimarinin  ilk konuşulmaya başlandığı yer
Erdoğan Yıldız: Bilgi Üniversitesi
Sizin yaptığınız örgütlenmeyle alakalı yani, Maltepe belediyesi ile ilgisi yok?
Erdoğan Yıldız: Yok yok. Maltepe belediyesi binlik planlarda ne yapacağını bile bilmiyor. Ya orada sadece ada bazlı çözümü öngördüler. Dediler ki ne kadar çok parsel bir araya gelirse dönüşüm ona göre emsalleri yüksek olacak. Yoksa konut üretimini ne kadar olacağını, yatay mimarinin nasıl şekilleneceğini bizzat adadaki sakinler karar Verdi. 
Nish Adalar, hemen mahallenin dibindeki onlar ne zaman yapıldı?
Erdoğan Yıldız: Yedi sekiz yıllık. 2009 2010
 Mahalleli Nish Adalara bakınca ne düşündü?
Erdoğan Yıldız: Arada bir geçirgenlik yok, onların etrafı duvar ve çitlerle çevrili, orta sınıf dışarıdan gelen insanlar, hiç biri oralı değil. Kendilerine bir yaşam alanı değil sadece yatıp kalktıkları bir yer. Çünkü esas yaşamları kendi iş yerlerinde. Uydu mahalle
Mahalleli bundan ne çıkarıyor?
Erdoğan Yıldız: Nasıl olmayacağını çıkartıyor. Nasıl bir dönüşüm istenmeyeceğinin bir örneği. Yabancılaşmanın olduğunu çok rahat gözlemliyoruz. Eskiden buralar dutluktu demek istemiyorum ama yine de insanların arasındaki ilişkilerin devam etmesi, mahallelilik bilincinin devam etmesi, örgütlenme ve bir arada durma açısından çok önemli.

Yine medyadan bir kaç video gördüm ve mahalleliyle röportaj yapmışlar, direkt biz kendi ilişkilerimizi devam ettirebileceğimiz bir yer istiyoruz diye cevap veriyor sakinler. Ama bir yandan satıp gidelim de var. Sizce hangisi yoğunlukta?
Erdoğan Yıldız: İkisi de var. Aslında bu süreci yürüten arkadaşların, mahalle heyetinin, mahalle komisyonunun mahalleyle olan ilişkilerinin ne kadar sık olmasıyla ilgili. Mahalle çok rahat kafası açık olduğunda anlayabildiğinde evet diyecek bir yapısı var. Bu dönüşüm sürecini bir rant olarak, bir köşeyi dönme olarak algılamayın, biz burada yaşamalıyız, burada yaşamı devam ettirmeliyiz. Bizim çocuklarımız da artık dışarı çıktığında Gülsuyulu olduğundan utanmadan buralı olduğunu söyleyebilecek bir dönüşüme evrilsin diye çalışma yürütüyoruz. Şu anda Gülsuyu-Gülensu mahallesi solcu bir mahalle olma özelliği, çetelerle olan ilişkilerin olduğu, kentsel dönüşümün baskısının olduğu bir mahalle olarak görülüyor ve buranın gençleri kent merkezine çıktığında açıkçası biraz Gülsuyulu olmaktan utanır bir durumu var. Biz ilerideki dönüşüm süreciyle beraber kentli bir mahalle olduğunun ayırdına varılması gerektiğini düşünüyoruz.
Bunca olan bitenden sonra, şu andan bahsetmek istiyorum. Sanatçı kolektifleri tekrar gelseler ve bir şey yapmaya çalışsa bir faydası olur mu?
Erdoğan Yıldız: Her türlü çalışmanın faydası olur. Halen daha çalışılmaya açık. Tabi şöyle burayı biraz daha içselleştirmeleri lazım. Yani bir nesne olarak değil de birlikte çalışılacak bir şey olarak görmek lazım. Bizim en çok şikayet ettiğimiz nokta oydu (mahallelinin şikayet ettiği) insanlar geliyorlar, çalışmalarını yapıyorlar, kendi işlerine yarayacak olanı alıp tekrar gidiyorlar. Yani bu bütün dünyada yaşanan bir sorunsaldır. Bütün sanatçı toplulukları işte Filistin’de de aynı şey yaşandı. E ne oldu peki? Geri gittikten sonra ya da öncesinde ne oldu? Bunun bir şeye dönüşmesi, orayı da dönüştürmesi, birlikte bir sürece geçilmesi ve devamlılığı çok önemli, ikincisi yani birçok öğrenci arkadaşımız burada işte yüksek lisanslarını doktoralarını yaptılar ama bir taraftan da  buraya da kalıcı bir şeylerin bırakılması lazım. Tabi bu zorunluluk olarak değil, beklenti anlamında değil. Burayı da değiştirebilecek bir ortam olarak görünmesinden bahsediyorum. 
 Aslında ihtiyaç meselesi üzerinden dönecek yine konu, mimari meseleler üzerine daha çok verim alındı diyebiliriz.
Erdoğan Yıldız:  Evet tabi
 Tütün deposundaki söyleşilerde neler oldu bitti? Bir onun öncesinde kültürel aracılar çalışmasının yürütücüsü garanti platform, mahalle bu duruma ne dedi?
Erdoğan Yıldız:  Sadece kültürel aracılar projesini destekleyen bir fon. Bir de Almanya’daki sigorta şirketi Allianz var. Çalışmaları yönlendiren bir şey değil bu, müdahale falan yok. Sanatçılar bu fonu kullandı. Garanti bankasının başka yerlerde açtığı tahribatı meşrulaştırılması olarak görülmemeli yani
çünkü benim bildiğim Hasankeyfdeki süreci Garanti bankası karşılamış galiba. Bir taraftan  böyle yıkıcı şeyler yapıp, bir taraftan da fonlarla işte kültürel çalışmaları  falan desteklemesi problem tabi. Bir diğer problem şu :Kültürel aracılar çalışmasını yapan arkadaşlar bunu bizimle paylaşmadılar. Bizim bu çalışmanın arkasında şunlar şunlar var demediler. Bu sonradan ortaya çıkınca baya bir problem yarattı
 Siz de sormadınız mı? Gelenlere parayı nerden alıyorsunuz diye?
Erdoğan Yıldız: Biz hiç öyle bir şey düşünmedik.
Tabi bu olaylar beni de düşünmeye itiyor, fon da kim var? Bu istenilen proje fonsuz yürütülemez miydi?
Erdoğan Yıldız: Bu senin sorduğun soruyu Ayşe Çavdar sordu, Express dergisinde çalışıyor Ayşe, oradan baya bir polemik yürüttü. Onur baysal diye bir arkadaşımız var o da aynı şeyler üzerinden bir şeyler söyledi. Pekala bu çalışma mahallenin kendi iç enerjisi ile de yapılabilirdi. Bunun öyle büyük paralara falan da gerek yok.
Bu sanatçılar böyle bir proje yapmışlar, sunmuşlar ki fon almışlar. İşte bu mesele bende de en çok tartışmaya açılan şey. İyi yapıldı ya da kötü yapıldı gibi değil. Sonuçta bunun paylaşılması, açık olunması şeffaf yürütülmesi çok önemli bir şey. Siz paranın nereden geldiğini söylemediğinizde şeffaf olmuyorsunuz. Oysa böyle bir proje şeffaf olmalıydı.
Erdoğan Yıldız: Mesele sonradan öğrenilince daha vahim sonuçları oldu, neyse ki burada böyle olmadı, bir şekilde biz bunu kabullendik tamam dedik, bu böyle onun üzerinden de çalışmaya devam ettik, zaten süreli bir çalışmaydı işte dükkan 1 yılı geçti, çeşitli aktiviteler oldu.
Mesela dükkanın kirası ne kadar?
Erdoğan Yıldız: 400- 500 liraydı ama içerisine baya bir maliyet harcandı, iyi bir envanter çalışması yapıldı. Oradan bir vitrin oluşturuldu, sanatçı vitrini, seyyar müze yapıldı, sözlü tarih çalışması bunun bir parçasıydı ve haftalık buluşmalar oldu. Her hafta bir içeriden (mahallenin) bir dışarıdan. Her hafta Cuma söyleşileri yapılıyordu. Şairler yazarlar, sanat aktivistleri geliyordu, onlarla birlikte çalışmalar yürütülüyordu.
Tütün deposundaki söyleşi fikri nereden çıktı? Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu?
Erdoğan Yıldız: Sanatçı kolektifleri ve sanatçılar bir mahalleye girdiklerinde nasıl çalışma yapmalılar?  Nasıl bir yol yöntem belirlemeli? Sanatın ve sanatçının işlevi orayı dönüştürmek midir yoksa oraya uygun bir şeyler yapmak mıdır? Kentin merkezinde yaşayan insanların da görmek istediği, tartışmak istediği konulardı bu yüzden Depo’da söyleşiler yapıldı. Açık masa toplantısı vardı mesela. Sadece kültürel aracılar çalışması olmadı. Onun öncesinde Galata Fotoğrafhanesi ve Fotoğraf Vakfı mahalleye geldi yine bu dönüşüm süreciyle ilgili. Mahallenin kendi iç dinamikleriyle bir fotoğraf atölyesi yapıldı altı haftalık. Sadece mahallenin amatör fotoğraf makineleriyle bazen temalı bazen de temasız serbest fotoğraflar çekildi . Temalı fotoğraflar da bizi mahallede motive eden, yaşam enerjisi veren durumları fotoğrafladık ya da tam tersine mahallede sıkıntı yaratan durumları fotoğrafladık. Daha sonra bunların sergisi yapıldı. Ulsyses fotoğraf çalışmasına girdik.
Buradaki fotoğrafların dışarıda sergilenmesi bir eylem biçimi gibi miydi?
Erdoğan Yıldız: Şöyle yani mahallenin gözünden Gülsuyu-Gülensu diye ilk defa yapılan bir yerel çalışma oldu bu. Murat Yaykın ve Fotoğraf diye Birgün gazetesinde köşesi olan bir arkadaştı. Aynı zamanda fotoğraf vakfında yönetici. Murat böyle bir projeyle geldi, mahallenin kendisinin bizzat fotoğraflarını çektiği ama bizim de ufak tefek tüyoları verdiğimiz fotoğraf kursu değil ama atölyesi gibi yapalım, mahalleli kendi fotoğrafını kendisi çeksin sonra da sergileyelim. Daha sonra Metin Yeğinle  çalışmamız oldu. Kent bahçeleri üzerine, organik kent tasarımı üzerine. Metin Yeğin’in çok güzel bir fikri vardı. Siz mahallenin yıkılmasına karşı barikat kuruyorsunuz, bu barikat bizim bildiğimiz bir barikat değil, kent bahçeleri dediğimiz mevzunun kendisi bir barikat olsun. Barikat illa bir şeyi kapatıp bloke etmek değil, aynı zamanda bir yaşam formuyla da bir barikat oluşturulabilir. Bunları yapmaya çalıştık. Balıkesir’den tohumlar geldi takaslar yapıldı. Mahallede ekimler yapıldı, mahallenin bu konuda ciddi bir performansı var. Sadece kültür sanat üzerinden değil, aynı zamanda yaşam alanına sahip çıkmak, kendi yaşam formunu kolektif biçimde yapmak önemli. Bugünden sonra da mahallenin nereye evrileceğinin cevabı mahallenin kendi ilişkilerinde gizli
Bu etkinlikler, bu atölyeler yani konuştuğumuz onca şey hiç yapılmamış olsaydı. Şu anda yapılsa nasıl olurdu acaba? Böyle bir kentsel dönüşüm mevzusu yaşandı. Ve artık şu anda artık sona yaklaşıldı gibi, internetten de görülebilir, imar barışı başladı. Şu andaki süreçte aynı şekilde yapılsa  ne olurdu acaba? Sahiplenilir miydi? Şu andaki süreç sanatçı kolektiflerini dinleyebilecek bir süreç mi? Bir yandan dönüşüme daha yakınmış gibi şu andaki süreç.
Erdoğan Yıldız: Düşünüyorum da her dönemin ihtiyacına ilişkin bir hareket etme tarzı gelişmeli, her dönem için uygun bir reçete yoktur. Döneme uygun ihtiyaçlar üzerinden hareket edilirse ilişki bulunabilir. 2009da bir süreç yakalanmış, sanatçı kolektifleri ve sanatçıların bir ilişkisi olmuş onu orada değerlendiririz. Bugün diyelim ki yatay mimari fikrine ihtiyacımız var, her dönemin kendi ihtiyacına göre şekilleniyor. Dönüşüme şu an daha yakın, daha önce yapılanlar değerliydi dönem içerisinde. Sadece hatırladıklarını anlattığını düşünecek olursak bir çok şey yapıldığını görebiliriz. Yine de şu an sanatçı kolektiflerinin yapacak olduğu herhangi bir eylem mahallelinin dikkatini çeker mi? Sanatçılar bu durumda mahalleye gelirler mi?  Erdoğan Yıldız: Tabi şu an her şey dönüşüm sürecine döndü. Gülsuyu-Gülensu mahallesi önündeki kötü örneklere bakarak kendisini değiştirdi. Sulukule gibi olmayacak burası, Tarlabaşı gibi olmayacak, Fikirtepe gibi olmayacak ya da işte Başıbüyükteki gibi Toki bloklarının konduğu bir örnek de olmayacak. Ama nasıl olacak? İşte o nasıl olacak sorusunun verdiği heyecan bizi bugün artık buraya doğru itiyor. Buna farklı bir sanatçı kolektifinin vereceği cevap ta bizi besler. İlla da dönüşüm süreciyle ilgili olmayabilir ama algıyı açacak, farklı bir alternatifin de olabileceği, sanat dediğimiz şey gerçekten çok yaratıcı, bugün geldiğimiz nokta kentsel dönüşümle ilgili olarak bir ilk, bu durum bizi daha çok düşünmeye itiyor. 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının bugün geldiği durumu yakalayan bir mahalle örneği yok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Buralar hep değerliydi!

Kentlerde ve ülkelerde değişimin en büyük göstergelerinden birinin meydanların değişimini olduğunu neredeyse artık herkes biliyor ve dolayısıyla buna tanıklık eder durumda.  (Kentsel dönüşümle ilk müdahale edilen bölgeleri hatırlayabilirsiniz İstanbulda.) Bu duruma örnek olarak Kadıköy meydanından bahsedecek değilim. Bahsettiğim yer Taksim meydanı. Hatta Taksim meydanı ve çevresini sınır olarak aldığını söyleyebilirim. 2011'den bu yana süren Suriye savaşı, 2013 Gezi eylemleri aslında son 10 senedir Taksim meydanının kaderini belirlemiş durumda görünüyor.   Askeriyenin kalkıp bir tanka ceza verebileceğini biliyoruz (Yılmaz Güney Tankı). Ama Hükümetin en sembolik meydanlarından birine ceza verebileceğini tahmin eder miydiniz?                                  ...

TURUNCU-YEŞİL

“Korunma” için uyguladığımız yöntemler zaman içinde değişip,çeşitlenip kendi koruma çemberlerimize “tecrit”e dönüşebilir. Bu “tecrit çemberleri” korunma güdüsüyle içine hapsolduğumuz  mekandaki dışarıya açılan pencerelerin (gözlerin) önünü kapatabilir. Şeffaftırlar ve her bir tecrit çemberi dünyayı algılayışımızı farklılaştırır. Orçun BESLEN (Perde üzerine karışık teknik) Güvendiğimiz ne varsa onları cam parçalara dönüştürüp bu parçalardan oluşturduğumuz bir fanusun içine kendimizi hapsederiz. Görebiliriz fakat yalnızca gözlerimizle, duyabiliriz fakat yalnızca kulaklarımızla. Öncelikli, bedenimizi korumak için oluşturduğumuz bu yapının içinde zihnimizin asıl ben’i içinde tuttuğu bir çember daha vardır. Kuruntular, güvenle oluşan parçala rın üzerine düşen ışıkların, kendine çarpması ve geri dönüp tekrar kırılmasıyla her seferinde dönüşür ve en içteki çembere rüyaları düşürür. Fakat ne dış kabuk cam fanus, ne içteki çember cam kabuk, içindeki ben’i görebilmemiz için bir perde ...

Ben Ne Zaman Dekoratif Oldum?

Dekoratifin karşılığında söyleyeceğim şey nedir? Dekoratif olmayan mıdır? Dekoratif nedir? Girişimlerin hepsinin anlamını daha ilk fikir ortaya atıldığı anda yitip gitmesi bizi bir kuyunun içine atıyor. Her seferinde tekrar tırman. Düşün, oku, sabret. Ama asla cesaretle değil. Tersine korkak bir kararlılıkla hareket et. Çık kuyudan şimdi, tekrar tırman. Ama tırmanırken artık kuyuya düşerken tutunacak yer ara kendine, her zaman dibe batmanı engelleyecek bir şeyleri bul. Esasen kurgulanabilir, yönetilebilir ki herkes birilerini yönetir. En kötüsü bir kediyi kıstırır sözünü geçirmek için. Bir balta sonra! Önce kendimizi kesmemiz gerektiği üzere. Çiçekler sarı kahverengi papatyalar, yağlıboya gibi aslında ama sanki paint de yapılmış gibiler. Ve sarı siyah kırmızı çizgiler, derin maviler üzerinde canlı, capcanlılar! Daha da yaşamak için sürekli bir hareket, yabancı insanlar, bazıları da kovboy şapkalı ve güneş! Kırmızı bedenler. Bedenleri pasifleşirdiler önce, ama sonra hareket...